KISSALAR

KISSALAR :


ARABİSTAN YEŞİLLENMEDEN

Bir jeoloji konferansında Prof Dr couner, Arabistan yarımadasının daha önceleri yeşil bir bölge olduğunu, ileride tekrar buzul çağı ile birlikte tahakkuk edilecek büyük bir iklim değişikliğiyle yeniden yeşil bir alana dönüşeceğini söyleyince, oturuma katılan Prof Dr Aldulmecid ez-Zindani şu hadis-i şerifi okudu:

“Arabistan bölgesi yeniden yeşilliğe dönmeden kıyamet kopmayacaktır!” (muslim)

Prof Dr Couner.

“- Bu ancak Hz Muhammed’e (s.a.v) ilahi kudret tarafından söylenmiştir.” dedi. Böylece Hazret-i peygamberin hak olduğunu kabul etmiş olarak şu beyanatta bulundu:

“- İnanıyorum ki, bütün ilmi dönemlere ışık tutacak bir kudretle buluştum. ben bu bilgilerin 1400 sene evvel Allah’tan geldiğine inanıyorum. Zira bu sözleri ilim ve tekniğin yok denecek kadar silik olduğu bir asırda, ümmi bir beşerin söylemesi mümkün değildir.”

ŞEYH SADİ   ( HİKAYE )

Bir delikanlıyı amca kızıyla evlendirmişler.Oğlan da kız da çok güzelmişler.Sanki damat bir güneş,gelin de ay.

Kız geçimli, fakat oğlan geçimsizmiş.Her ikiside suretçe güzel,lakin siyretçe de güzel olan yalnız kız imiş.

Öyle ki kız yuvasının geleceğini düşünüyor,bunun için çalışıyor,kendini evine ve kocasına bağlamışerkek ise Allah’a “ölsem de kurtulsam” dua ediyordu.

Köyün ihtiyar heyeti keyfiyetten bilgi edinip oğlanı çağırarak kendisine demişler ki:

Madem ki karını sevmiyorsun,mehri olan yüz koyunu ver,onu boşa!..

Oğlan buna sevinerek:

Hay hay! Bu muamelede benim için aldanma yok.Yüz koyunla bu boyundurluktan,bu hayattan kurtulurum demiş.Kız ise bunu haber alınca tırnaklarıyla yüzünü yırtıp feryat ederek:

Ben,kocamı seviyorum,ondan ayrılamam.Onu görmemem için yüz koyun değil,üç yüz bin koyun verseler yine istemem,demiş.

Doğrusunu istersen dava budur:

Seni sevgilinden ne gibi birşey alıkoyuyor,vazgeçiriyorsa senin asıl sevdiğin işte odur.

BAYEZİD-İ BESTAMİ HAKKINDA BİR HİKAYE  ( ŞEYH SADİ )

Bir bayram sabahı Bayezid-i Bestami hamama gitmiş,yıkanmış,çıkmiş.Sokakta giderken bir evden Bayezid-i Bestami’nin başına bir leğen dolusu kül dökülmüş.

Daha yeni hamamdan çıkmşı o mübarek zatın üstü başı,saçı,saakalı küle bulanmış.

Fakat Bestami Hazretleri elini yüzüne sürerekAllah’a şükretmiş ve kendi kendine şöyle demiş:

Ey nefis! Ben ateşe layığım.Kül döküldü diye hiç kızarmıyım?

İşte büyük adamlar böyledirler ve büyüklük budur.Onlar kendilerini görmez kendilerine bakmazlar.Kendini gören,kendine bakanHak Teala’yı göremez.

Büyüklü mağrur olmak,kendini birşey sanmak,yüksekten atıp tutmak değildir,Kuru lafla büyüklük olmaz.

Tevazu senin dereceni yükseltir,kibir ise seni yerden yere vurur.

Ekşi suratlı,inatçı ve mağrur kimse boynu üstüne düşer.Yücelik istersen başını dik tutma.

 

HAYRET VEREN RÜYA    -1-

  1. asırda haçlı seferlerinin en şiddetli yıllarında ,Suriyede bulunan Türk devletinin hükümdarı Nureddin Zengi 1162 senesinde bir rüya görür . Peygamber Efendimiz [ s.a.v.] rüyasında 3 adamı sultana göstererek “Nureddin ,bu adamlaerdan beni kurtar ,buyurur. Yatağından fırlayan sultan “Bu rüya doğru bir rüyadır. Rasülullah tehlikede” diye düşünerek sabahı beklemeden yanına sadık adadmlarından 20 kişi alarak ve çok süratli giderek 16 günde Medinei Münevvereye varır.Halk sultanın bu ani ziyaretine hem sevinir, hem de şaşırır. Ertesi gün genç ihtiyar,kadın erkek, çoluk çocuk bütün şehir halkının önünden geçmesini ve halka bizzat eliyle hediye dağıtacağını ilan eder. Herkes gelip geçer.Sultan geçenler arasında rüyada kendisine gösterilen  adamları  göremez. “Buraya gelmeyen kimse kaldımı” diye şehrin valisine sorar. O da sevgili peygamberimizin kabrinin bulunduğu yere yakın bir evde oturam 3 mağribinin gelmediğini söyler. Sultan derhal o 3 kişiyi getirtir. Görürki bu adamlar rüyada kendisine gösterilen 3 kişidir. Derhal bunları tevkif ettirir. Sultan maiyetiyle beraber bu eve gider ve eve girince görürlerki,evin içinde büyük bir tünel kszılmış ve tünelin ucu Ravza-ı Mutahharaya iyice yaklaşmıştır. Mağriplileri muayene ettirir. Suçluların sünnetsiz ve Hıristiyan oldukları ortaya çıkar. Bunlar sorguya çekilince ifadelerinde”Bizler Hıristiyanız. Yeraltından Peygamberin kabrine girip naaşını çalıp Avrupaya götürecektik” diye itirafta bulunurlar. Sultan bundan sonra böyle hainler zarar vermesinler diye Ravza-ı Mutahharanın etrafına su gelinceye kadar hendek kazdırır. Bu hendek epeyce geniş yapılır. Buraya kalay eritilip dökülerek kalın bir duvar haline getirilir.Böylece Ravza-ı Mutahhara emniyet altına alınmış olur.

ŞEYH ŞAMİL   -2-

Kafkas Kartalı İmam Şamil ,esir düştüğü Ruslar’ın yanında yemek yemekteyken Çar şöyle der; Kumandan!Bu iştahla benide yiyeceğinizden korkuyorum. Çar’ın etrafındakilerin kahkaha ile gülüşlerini İmam Şamil’in şu cevabı kesiyordu;Çar Hazretleri kaygılanmayınız.ben Elhamdülüllah Müslümanım ve domuz eti yemem.

ŞEYH SADİ (Hikaye)  -3-

Harun Reşid’in oğullarından biri hiddetli babasınınhuzuruna çıkarak,”filan zabitin oğlu, anneme hakarette bulundu ve küfretti”,diye şikayette bulunmuş.

Harun,devlet erkenına dönerek ,”ne yapmalı?bunun cezası nedir?”,diye sorunca,birisi öldürülsün;ikincisi dilini kesmeli;üçüncüsü de malları müsadere edilerek sürülsün,dedi.

Harun Resid,”Oğlum”,dedi,”en iyisi sen onu affet.Af edemezsen o ne kadar küfrettiyse,sen de onun annesine o kadar söv ,ama ileri gitme,intikam,haddinden fazla olmamalı ve derecesini geçmemeli.Yani bizim tarafımızdan bir haksızlık halini almamalı ve zulüm derecesine varmamalı.Aksi taktirde o haklı olur ve davayı o kazanır.”

ŞEYH SADİ(hikaye)   -4-

İki kardeş idiler.Biri padişahın hizmetini görüyor;öbürü de kendi elleriyle ekmeğini kazanıyordu.Padişahın hizmetinde bulunan zengindi.Öbürüsü derviş hali fakirdi.Hükümdarın maiyetinde olan,kendi nafakasını çalışarak çıkaran kardeşine dedi ki:

“Neden sen de benim gibi saraya girmiyorsun?Çalışmaktan kurtulursun.Neden zahmete katlanıyorsun?”

Öbürü şu cevabı verdi:

“Sen neden çalışmıyorsun ve hizmet zilletinden kurtulmuyorsun?Akıllı adamlar bak ne demişler: Az nafaka ile geçinip oturmak,beline altın kemer bağlayıp ayakta ve emirin önünde elpençe divan durmaktan daha iyi ve daha hayırlıdır.”

ŞEYH SADİ(hikaye)   -5-

Büyüklerden biri,bir Allah adamına sormuş:

“Falan dindar hakkında bazı kimseler birtakım isnadatta bulunuyorlar.Sen onun hakkında ne düşünüyorsun ve ne dersin?”

Adam şu cevabı vermiş:

“Görünüşte ve dışında bir kusur görmüyor ve bulmuyorum.İç yüzüne gelince görünmeyen şeyi bilemem.”

ŞEYH SADİ(hikaye)  -6-

Çok iyi hatırlıyorum.Çocukluğumda ibadete hevesli idim.Geceleri kalkar,ibadetle meşgul olurdum.Bir gece babamla beraber oturmuş,gözümü bütün gece hiç yummamış ve kırpmamıştım.Kur’an-ı Kerim’i kucağımda tutuyordum,ev halkı uykuya dalmışlardı.Babama dedim ki:”Ne olurdu bunlardan biri kalkıp da,Allah yolunda iki rekat namaz kılsaydı.Ölü gibi uyuyuyorlar.”

Babam şu cevabı verdi:”Canım oğlum!Keşke sen de uyusaydın da,onların gıybetini yapmasaydın.”

ŞEYH SADİ(hikaye)   -7-

Birisi,oğlu Yusuf’u kaybeden Yakup aleyhisselama demiş ki:

“Ey münevver kalpli ve akıllı ihtiyar!Oğlun Yusuf’un gömleğinin kokusunu ta Mısır’dan aldın da,o,bulunduğun Ken’an ilinde kuyuda iken onu neden görmedin?”

Hazret-i Ya’kub aleyhisselam dedi ki:”Biz şimşeğe benzeriz.Şimşek bir anda çakar ve bir anda kaybolur.Bazen göklerde otururum,bazen de ayağımın üzerini görmem.Eğer derviş hep bir hal üzere kalsaydı,her iki alemden de elini,ayağını çekerdi.”

ŞEYH SADİ(hikaye)   -8-

Bir deniz kenarında kendini Allah yoluna vermiş birisini gördüm.Kaplan yarası almış;hiçbir ilaçla bu yara iyileşmiyor ve uzun bir zamandan beri bu yara işliyor ve bu hal sürüp gidiyordu.Böyle olmakla beraber hiç durmadan Allah’a şükrediyor ve şöyle diyordu:

“Hamdolsun ki,böyle yara gibi bir belaya tutuldum.Günah işlemek gibi bir felakete düşmedim.”

ŞEYH SADİ(hikaye)   -9-

Bir şeyhe müridlerinden biri şöyle demiş:

“Ziyaretçilerim çok.Bir düziye gelip gidiyorlar.Rahatsız oluyorum.Kıymetli vakitlerimi kaybediyorum.Ne yapayım? Bana bir yol göster.Çarem nedir?”

Şeyh ona şu nasihati vermiş:

“Gelenler fakir iseler,onlara borç ver.Zengin iseler,onlardan borç para iste.Bir daha,ne kendilerine borç para verdiklerin ve ne de kendilerinden borç para istediklerin gelir.Sen de rahat edersin.Başın dinç olur.”

ŞEYH SADİ(hikaye)  -10-

Ermişlerden biri bir pehlivanı gördü.Kızmış,ağzı köpürmüş,bir seye canı sıkılmıştı.

“Buna ne olmuş böyle?”,diye sormuş.Birisi şu cevabı vermiş:

“Filanca adam ona hakaret etmiş ve küfür savurmuş.”

Ermiş zat demiş ki:”Bu alçak herif bin batman taşı kaldırıyor da,bir sözü kaldıramıyor mu?”

ŞEYH SADİ(hikaye)  -11-

Bağdat’ta hoşmeşrep bir yaslı adam,kızını bir kundura dikicisine ve tamircisine vermiş.Kaba herif,kızın dudağını öyle bir ısırmış ki,dudağından kan akmaya başlamış.

Sabah oldukta baba,kızının bu halini görünce damada gidip keyfiyeti sormuş ve demiş ki:

“Behey alçak adam!Bu ne biçim iştir?Isırdığın,insan dudağıdır;kösele değil!”

Bunu şaka olsun diye anlatmadım.şaka bir yana;bir insana yerleşen kötü huy,ancak canı çıkınca çıkar.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -12-

Çok zengin bir dilenci varmış.Padişahlardan birinin de bir iş için paraya ihtiyacı olmuş ve dilenciye baş vurarak şöyle demiş:

“Senin paran çok.Bizim de görülecek ve yapılacak bir işimiz var.Bize de ödünç olarak biraz para ver.İşimiz görüldükten sonra gelirimiz artar,biz de sana onu fazlasiyla geri veririz.

Dilenci demiş ki:

“Ey yeryüzünün sultanı!Benim gibi on para on para dilenip biriktiren bir dilencinin  parasiyle elini kirletmek ve elini böyle sadaka ile toplanmış bir para ile bulaştırmak,sizin şan ve şerefinize uygun düşmez.”

Padişah,”Zararı yok.Esasen ben de bu parayı,kafirlere vereceğim.Nitekim Hak Teala,”Pis seyler,pisler içindir”, buyuruyor” demiş.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -13-

Siyahi bir kimseye birisi, Çirkinsin dedi.Adam öyle bir cevap verdi ki,söyleyen apıştı kaldı;

Suretimi ve şeklimi ben yapmadım ki,beni ayıplıyorsun.Çirkin isem sana ne?Güzeli,çirkini yaratan ben değilim ki!

Allah ım! Alnımıza ne yazdıysan -ne eksik ne fazla- başımıza o gelir.

Bilirsin ki ben bir şeye kaadir değilim;Kaadir i Mutlak Sen sin, ben kim oluyorum.!

Sen yol gösterirsen hayra ererim.Reddedersen yolda kalırım.Ey cihanı yaratan! Sen inayet etmezsen kul günahlardan nasıl kaçabilirsin?

ŞEYH SADİ(hikaye)    -14-

San’an’da bir yavrucağım öldü.Öyle üzüldüm ki,neler çektiğimi anlatamam.

Hangi Yusufi güzel vardır ki,kabir balığı onu Yunus gibi yutmamış olsun.

Bu bahçede hangi servi boy artmıştır da ecel rüzgarı onu kökünden sökmemiştir.

Bir fidan otuz yılda ağaç olur.Fakat bir fırtına gelir,bir anda devriliverir.

Altında bunca gülendam yatarken,yerden gül bitmesine şaşılır mı?

Kendi kendime: Çocuk tertemiz ve masum iken öldü,gitti. Fakat ey ihtiyar,sen günahlara bulanmış olduğun halde hala yaşıyorsun! Sen de artık öl! diyordum.

Bir müddet sonra acısına dayanamayarak mezarına gittim ve taşın birini kaldırdım.O dar ve karanlık yeri görünce ürktüm.Rengim atmış, altüst olmuştum.Kendime gelir gibi olduğumda kulağıma bir ses geldi.Yavrucuğum şöyle diyordu:

Babacığım! Bu karanlık yerden korkuyorsan,aklını başına topla.Buraya ışık ile gel.

Mezarda gecelerinin gündüz olmasını istiyorsan,amel çırasını dünydayken tutuştur.

Hurma yetiştirenlerin, Acaba mahsül alamayacak mıyız? diye endişe içinde titremeleri ne güzel bir duygudur.

Buna mukabil bir takım kafasızlar da buğday ekmeden harman yapmak sevdasına düşerler.Ne kuruntu ve ne boş hayal!

Sadi! Ağaç diken onun meyvesini yer.Tohum eken harmanını kaldırır.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -15-

Aşk şarabından mestolan Züleyha,Yusuf’u eteğinden tutmuş,arzularına ram etmek istiyor,bir kurt gibi saldırıyordu.

Sabah akşam tapındığı mermer putun yüzünü örtmüş,yapacağı taşkınlığı,onun önünde yapmaktan utanmıştı.

Yusuf ellerini yüzüne örtüp keder içinde bir köşeye çekilmişti.Züleyha eline ayağına kapanıyor;”Ey merhametsiz,Kalbin neden böyle örs gibi katı?İnadı bırak;boşu boşuna hem kendini,hem beni perişan ediyorsun…”diye,yalvarıyordu.

Yusuf aleyhisselam seller gibi yaşlar dökerek dedi ki;

“Züleyha!Benden iffetsizlik bekleme.Bende ismetsizlik arama.Sen taştan yontulmuş bir puttan utanarak onun yüzünü örttün.Ben Cenab-ı Hakk’tan utanmazmıyım?”

ŞEYH SADİ (hikaye)  -16-

Bir fakih yere yıkılmış,kalmış bir serhoşunyanından geçti.Kendisinin ne kadar iyi halli olduğunu düşünerek böbürlendi,Sarhoşa göz ucuyla bakmaya tenezzül etmedi.

Sarhoş başını kaldırarak fakihe şu sözleri söyledi;

“Ey iyi zat!Nail olduğun nimete şükret.Sakın mağrur olma.Çünkü kibirden mahrumiyet hasıl olur.Birini zincire vurulmuş görürsen gülme,seninde başına gelebilir.Mukadderat belli olmaz.Sende bir gün sarhoş olup yerlerde sürünebilirsin”.

Felek sana camii mukadder etti.Pek güzel!.Ama kiliseye gideni de yerme.Cenab-ı Hakk,beline Mecusi kemeri bağlamadığı için şükredip el dağla.Allah kimi dilerse,lutf u keremiyle onu kendine çeker.Yoksa doğru yolu insan kendisi bulamaz.

ŞEYH SADİ(hikaye)   -17-

Yolda geri kalmış bir yaya;

Bu çölde benden daha zavallı,daka biçare kim var acaba? diye ağlıyormuş.

Yük taşıyan bir merkep onun bu sözünü işitip demiş ki,

Ey kafasız adam! Sen de mi feleğin cevrinden şikayet ediyorsun? Anladık eşeğe binmemişsin ama  şükretki hiç değilse yük altında eşek değilsin!..

ŞEYH SADİ (hikaye)  -18-

Tuğrul Şah,bir kış gecesi sarayda teftişe çıktığında,saray bekçilerinden bir Hintliye rastlamış.Bir taraftan kar ve yağmur yağıyor,bir taraftan seller akıyor,zavallı Hintli bekçi de Süheyl Yıldızı gibi soğuktan titriyormuş.

Sultan Tuğrul bekçiye acımış demiş ki;Saçak altında biraz bekle.İçeriye gider sırtımdaki kürkü bir köle ile sana gönderirim.Giy de üşüme.Tam bu sırada müthiş bir soğuk yel eserek Tuğrul Şahhemen içeri kaçmış ve içeri girer girmez de çok sevdiği Ağuş adlı gözdesiyle karşılaşmış,onunla meşgul olarak bekçiyi unutmuş.Biçare bekçi soğuk yetmezmiş gibi birde bekleme sıkıntısına düşmüş.

Sultan Tuğrul yatıp uyumuş.Sabah olduğunda bekçi”her halde” demiş.Ağuş’u derağuş edince bekçiyi feramuş etti”.Ey padişah senin gecenzevk ve sefa ile geçti.Fakat bilmezsin ki bekçi ne çekti.

Kazanını kaynatmış,yemeğinin başına geçmiş olan kervan halkı; geride kalmış,ayakları kuma batmış,aç ve susuz zavallıları düşünür mü?

Hey. kaptan! Yavaş ol.Gemiyi sürüp gitme.Bak kaç biçare denize düşmüşler,dalgalar başlarından aşıyor,boğulacaklar.Onların imdadına koş.

Hey ayağına çevik gençler! Ağır olun.Kervanda ihtiyarlar var.

Sen kervanda mahfeye binmişsin.Devenin yuları devecinin elinde.Mahfede mışıl mışıl uyuyorsun.Ne çöl. ne dağ ve ne de kum umurunda değil.Seni iki hörgüçlü deve götürüyor.Yayaların nasıl yürüdüklerini bilemezsin.Ey kalp huzuru ile konak yerinde çadırda yatanlar! Açlıktan kıvranan gözüne uyku girmeyenlerin halini ne bilirsiniz.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -19-

Karılarının elnden çok çekmiş iki kişinin şöyle hoş bir konuşmasına şahit olmuştum;Birisi diyordu ki;Allah kimseyi kötü kadına düşürmesin.Öbürü de diyordu ki;Keşke dünyada kadın hiç olmasaydı.

Dostum! Her ilkbaharda yeni bir kadın al.Çünkü geçen yılın takvimi bu yıl işe yaramaz.Kadınlar küstah,inatçı ve serkeştir.Hatta kadın ancak sinede hoştur,diyenler dahi vardır.

Ey Sadi! Bir kimseyi kadına esir olmuş görürsen ayıplama.Sende hanımını bir gece kucaklıyorsun ama onun ne kadar cefasını ve kahrını çekiyorsun.

ŞEYH SADİ (hikaye)  -20-

Bir genç, hanımının hırçınlığından şikayet için bir ihtiyarın yanına gitti.Dedi ki;Bu kadınla başa çıkmanın imkanı yok.Öyle yük altındayım ki,değirmenin alt taşı olsa çeviremez.

İhtiyar şu cevabı verdi; Oğlum sabret! Sabreden mahcup olmaz…A evi yıkılası! Geceleri değirmenin üst taşı sensin.Gündüzleri de alt taşı olsan ne çıkar sanki?

Gül ağacından gül deren elbette dikenin cefasını hoş görür ve katlanır.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -21-

Çöllerde barınan bir gece hırsızı Sistan şehrine gelmişti.Bir bakkala gidip bir şey aldı.Fakat bakkal eksik tarttı.Hırsız farkına varınca dedi ki;”Ey Allah’ın! Sen gece hırsızlarını cehennem ateşinde yakma.Çünkü bu Sistanlılar güpegündüz hırsızlık ediyor!”

Yiğidin biri ne güzel söylemiş; Ödlekler de giymeye başladığından beri tolga,zırh giymekten utanır oldum.

ŞEYH SADİ(hikaye)  -22-

Mergazlı bir deli,insana hayretten dudağını ısırtacak şu güzel sözü söyledi;

Gıybet edecek olursam anamdan başkasının gıybetini etmem.Çünkü böylece sevaplarım anama yazılmış olur.Akıllılarda böyle düşünmez mi?

Ey iyi adlı kimse! Bir arkadaş kaybolursa onun şu şeyleri dostlarına haramdır.Birincisi, onun malını haksız olarak yemek,ikincisi de onu yermek.

Biri senin yanında herkesin aleyhinde konuşuyorsa,zannetme ki başkalarının yanında seni teşekkürle anar…Benim nazarımda bu dünyada en akıllı insan,kendiyle meşgul olup cihandan gafil olandır.

ŞEYH SADİ (hikaye)-23-

Allah hacılardan razı olsun ! Bir zaman hacının biri bana fil dişinden bir tarak vermişti.Sonra işittiğime göre o hacı bana gücenmiş ve benim için “köpek” demiş.Bunu duyunca verdiği tarağı kendisine iade ettim ve şu haberi yolladım;”Kemiğini alsın ve  bir daha bana köpek demesin”.

Ben kendi sirkemi yedikçe helvacının cefasını çekeceğimi sanma.Ey nefis aza kanaat et.Böyle yaparsan padişahla fakiri bir görürsün.Bir şey dilemek için ne diye hükümdarın yanına gidiorsun?Tamahı bir tarafa bırak kendin sultan ol! Boğazına düşkün isen karnını tabla ve şunun bunun evini de kendine kıble yaparsın.Eğer her nefeste nefsin sana ver.ver diye hükmederse seni zillet ve hakaretle köy köy dolaştırır.

Ey akıllı insan! Kanaat insanın başını yükseltir.Tamahkar adamın ise başı omuzundan kalkmaz.

ŞEYH SADİ (hikaye)-24-

Derviş çirkin karısına ne güzel demiş;”Hanım ! Kader senin yüzünü çirkin yaratmıştır.Boşu boşuna yüzüne allık sürüp yorulma!”

Zorla kim mes’ut olabilir ? Kim,körün gözünü hurma ile açabilir ? Damarı bozuk olanlardan iyilik ve hayır gelmez.Köpek mertlik yapamaz.Bütün Yunan ve Roma filozofları bir araya gelseler zakkumdan bal yapamazlar.Vahşiden adam olmaz.Terbiyesi için ona emek sarfetmek boşuna bir gayrettir.Aynadan pas çıkarılabilir ama taştan ayna yapılamaz.Çalışmakla söğüt ağacının dalında gül bitmez.Zenci ,hamamda yıkanmakla ağarmaz.

ŞEYH SADİ (hikaye)-25-

Bir gece bir pehlinanın bir yanı ağrıyordu.Ağrıdan uyuyamadı.O civarda bir doktor vardı.Kendisini muayene ettirdi.Doktor dedi ki;

Bu kadar asma yaprağı yiyenin geceyi sabaha çıkarmasına hayret ederim doğrusu.İnsanın göğsüne tatar okunun saplanması böyle hazmı güç ve münasebetsiz bir şey yemesinden daha iyidir.Bir lokma yüzünden bağırsak burulsa o cahil kimsenin ömrü heder olur…

Tesadüfe bakınız ki,bu felsefeyi yürüten doktor o gece öldü.Hasta pehlivan iyileşip ayağa kalktı ve kırk yıl daha yaşadı.Nice çare bilen (ilaç bilen,hekim) insanlar vardır ki,bir ağrı ile ölür,gider.Nice çaresizler vardır ki,sapasağlam uzun zaman yaşarlar.

EZİNE’Lİ HALİL HELVACI’NIN ANISI (ÇANAKKALE) (hikaye)-26-

1892 doğumluyum.Çanakkale’de 3 sene bulundum.27.Alaydanım.Üç sene Sebdülbahir ve Arıburnu’nda çarpıştım.Bir keresinde üç gün süngü harbi yaptık düşmanla.Üç günün sonunda 7 kişi kalmışız.Sonra bize on’ar er verdiler,çavuş olmuştuk.Bir gün Arıburnu’nda mevzilerden düşmana doğru ateş ediyoruz.Çekiyorum tetiği,çekiyorum,çekiyorum.Tüfek patlamıyor,ateş almıyor.Tüfek bozuldu heralde dedim.Bir arkadaş vardı yanımda.Ona dedim.

Bak hele benim tüfek bozulmuş,ateşlemiyor.Arkadaş bir baktı benden yana.Ne bozulmuşu senin parmak gitmiş, dedi.Ben o zaman acısını duydum işte.Cız etti içim.Bir kurşun gelmiş,tetiği çektiğim parmağı alıp götürmüş orta yerinden.

SEYİD ONBAŞI (ÇANAKKALE ) (hikaye)-27-

18 Mart o korkunç ve dehşetli deniz savaşında,düşmanın ölüm kusan toplarından biri Rumeli Mecidiye Tabyasına isabet etmesi sonucunda,cephanelik havaya uçmuş ve 13 topçumuz şehit olmuştur.Tabyada sadece yüzbaşı Hilmi bey,topçu neferi Niğdeli Ali ve Koca Seyid kurtulmuştur.Bataryada bir de vinci kırılmış top kalmıştır.Gerisini topçu neferi Koca Seyid’den dinleyelim;

“Toprağın altından çıktım.Baktım ki,13 arkadaşım şehit olmuş.bir ben kalmışım bir de Niğdeli Ali bir de batarya komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey.Arkadaşlarımın bu şekilde gözümün önünde şehit edilmesini içime sindiremedim.Anamın bana öğrettiği duaları okudum.Size izahını yapamayacağım bir şeyler oldu içimde.Merminin yanına koştum.Topun vinci de bozulmuştu.O mermiyi (276 kilo) bir kez kaldırdım.Niğdeli Ali beni biraz destekledi.Basamaklardan çıkarken kemiklerimin çatırtısını duyuyordum.Mermiyi namluya sürdüm.Patlattım.İsabet ettiremedim.Aynı olayı üç kez tekrar ettim.Üçüncü mermiyle onların en büyük zırhlısı olan “ocean” zırhlısını dümen kısmından vurdum.Arkadaşım Ali ve diğer bataryadaki arkadaşlarım;”Vurdun onu Koca Seyit,vurdun onu” diye bağırıyorlar,arkamdan sevinç çığlıkları atıyorlardı.Gerçekten o anda zırhlı etrafında dönmeye başladı.Denizin ortasında tam bir panik yaşanıyordu.”

Hadiseyi öğrenip Cenab-ı Hakka şükreden Cevat Paşa,daha sonra Koca Seyid’i tebrik ederken ondan aynı ağırlıkta bir başka mermiyi daha kaldırmasını istemiş,ancak Koca Seyid ne kadar uğraştıys da,değil kaldırmak yerinden bile oynatamamıştır.Bunun üzerine;

“Paşam, ben o zaman bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah’ın feyzi ile dopdolu idi.Kendimde bir başkalık hissetmekteydim.Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam,bu Cenab-ı Hakka yaptığım duaların mukabilinde idi ki,o ana mahsustur.Şimdi kaldıramam kumandanım,mazur görün.Fakat siz o düşmanı tekrar buraya getirirseniz,benim de bu mermiyi nasıl kaldırdığımı o zaman görürsünüz.Bunun üzerine Seyid içi boşaltılan memiyi,başka bir ifadeye göre ise de maket bir mermiyi kaldırmış ve böylece de resmedilmiştir.Koca Seyid’in gerek Çanakkale de gerekse memleketi Balıkesir -Havran’daki mermiyi kaldırır vaziyetteki büstleri içi boşaltılarak kaldırdığı maket görüntüsüdür.Mükafatlandırmak amacıyla  kendisine ne istediği sorulunca; Ben pehlivan yapılıyım.Bir tayınla(ekmekle)karnım doymuyor kumandanım.Emretseniz de bana iki tayın verseler” isteği kabul edilmiştir.Ancak bu defa diğer arkadaşlarını düşünerek isteğinden vazgeçmiş bunun üzerinede onbaşılık rütbesi ile ödülledirilmiştir.

Seyit Onbaşı ,savaş sonrası köyüne dönüşünüde şöyle anlatır;” Dokuz sene askerlik yaptım.Dokuz sene boyunca kandime iyi baktığım,tam manasıyla temizlendiğim söylenemez.Şimdi saçım sakalım birbirine karışmıştı.Annemi,babamı ve yavrumu çok özledim.Askere gitmezden önce evlenmiştim.Acaba hanımım beni evde bekliyormuydu? Yoksa başka bir yere mi kalktı gitti.Bir kız çocuğum dünyaya gelmişti.Şimdi beni görse-( babacığım) deyip boynuma sarılabilir mi? Acaba anama,babama ne oldu? Yoksa öldüler mi? Bunları düşünürken,gecenin bir yarısında evimin kapısına geldim.Doğduğum,büyüdüğüm evi tanıyıvermiştim.Şu kapı Hasan dayımın evinin kapısı,şu da teyzemin.Fakat herkes uyumuştu.Kapıyı çalsam beni böyle görseler onları korkuturmuydum? Beni tanıyabilirler mi? Çok ta yorgundum.Hepsini de çok özledim.Her şeye rağmen kapıyı çaldım.İçerden ” kin o” diye seslenenin,dokuz sene sonra,anamın sesi olduğunu hatırlayıverdim.Baktım ki,vefalı hanımım beni bekliyor.Seyid’im gelecek diye hep beni beklermiş.Kız çocuğumun dokuz yaşına gelmiş.Ona;” Bak baban gelmiş,babacığım de git boynuna sarıl” diyorlar.O bana baba diyemiyor.Yüzünü saklıyor,daha benden kaçıyordu.Babam iki sene önce vefat etmiş.Onu ancak mezarlıkta ziyaret ettim.Helalleşebildim.

MEZARLIKLARIMIZA NİÇİN HEP SERVİ DİKİLİR  (Hikaye) -28-

Servi niçin mezarlıklarımızın değişmez bir ağacıdır.Başka bir ağaç değilde neden sadece servi kabristanlarımızın değişmez dekorudur,hiç düşündünüz mü?Çünkü servi elif “I” gibi dümdüz duruşuyla vahdetin sembolüdür.Allah’ın birliğini vurgular.Aynı zamanda servi,rüzgarda sallanırken “HU” (Allah) sesi çıkarır.Hatta servilerde yuva yapan kumrular da aynı şekilde seslenirler.Bu hal onun,Allah’ı zikrettiğine işarettir.İnanılır ki servi,orada yatan bir kişi için bir şefaat vesilesidir.Ve servi her “HU” çekişte orada yatan kişinin bir günahı dökülür.

İşte ince düşünceli atalarımız,biz fanilerin Allah’a giden yolculuğunun bu ara durağı olan kabristanlara,şekli ve sesiyle Hay ve Kayyum’u çağrıştıran servi ağaçlarını özenle serpiştirmişlerdir.

CEZA MI, CAİZE Mİ? (Hikaye)-29-

Bir gün Yavuz Sultan Selim, Hasan Can’a ‘Biliyor musun?’ der, ‘Bu gece Muhammed Bedahşi Hazretlerini gördüm. Beyaz bir elbise giymiş, yolculuğa hazırlanıyordu.’ Hasan Can gayri ihtiyari ‘Ahiret yolculuğu olsa gerek’ der. Yavuz’un bu cevaba canı sıkılır. ‘Sen bilmez misin?’ der, ‘Rüyalar tabire bağlıdır. Eğer Şeyh’e bir hal olursa gözüme gözükme!’

Çok geçmez. Muhammed Bedahşi hazretlerinin vefat haberi gelir. Sultan Halimi Çelebi’ye döner: ‘Şimdi ben bu Hasan’ı cezalandırmaz mıyım?’ der. Halimi Çelebi ‘A be çocuk niye ağzını tutmazsın’ gibilerden teessürle bakar. Lâkin Hasan Can hâl ehlidir, rahattır. ‘Araştıralım efendim’ der, ‘Eğer benim tabirimden sonra vefat ettiyse, cezaya hazırım, ama önce vefat ettiyse sultanımız bu fakire bir caize (hediye) verse gerek’

Araştırırlar. Hasan Can haklı çıkar. Sultan çıkarır kaftanını, ona bağışlar. Dahası keseler dolusu altın verir. Hasan Can kaftanı sırtına alır, ama altınları fakir fukaraya dağıtır. Sevabını bağışlar Bedahşi Hazretlerinin nurlu ruhuna.

ŞEYH SADİ (hikaye)-30

Bir yahudi ile bir müslüman ağız kavgası ediyorlardı.Onların sözleri beni güldürdü.Müslüman diyordu ki: “İlahi! Bu senet doğru değilse.ben öldüğüm zaman yahudi olarak öleyim”.

Yahudi de diyordu ki:”Tevrat’a yemin ederim! Yanlış konuşuyor,yalan söylüyorsam,senin gibi müslüman olayım”.

Yeryüzünde akıl denilen şey ortadan kalksa,kimse cahilim demezdi.

ŞEYH SADİ   (hikaye)- 31

Ahmağın biri,bir merkebe honuşma öğretiyordu.Bu iş için bir ömür sarfetti.Bir akıllı zat ona şöyle dedi:”Ey kafasız adam! Ne diye boşuna uğraşıp duruyorsun?Halkın seni ayıplamasından çekin,kork.Bu sevdadan vazgeç.Hayvanlar senden konuşma öğrenemezler.Sen onlardan susmayı öğren.

HAZRETİ İBRAHİM VE İHTİYAR MECUSİ  ( Şeyh Sadi-hikaye 32 )

Bir hafta kadar Hazreti İbrahim’in misafirhanesine hiçbir misafir gelmemiş.Oysa o mübarek peygamber.belki muhtaç bir misafir gelir diye bekler,daima yemeğin vaktini geçirirmiş.Nihayet Hazreti İbrahim (aleyhisselam) misafir gelmediğini görünce,misafir aramak üzere dere,tepe demeden yollara düşmüş.

Sonunda kırda saçı sakalı kar gibi ağarmış,söğüt ağacı gibi bir ihtiyar görmiş.Ona iltifat ederek,kerim insanların adetiüzere:

Merhaba gözümün bebeği! Tenezzül buyurun da yemeği bizde yiyelim diye teklifte bulunmuş.

İhtiyar,Hazreti İbrahim’in ahlakını bildiği için teklifi kabul ederek birlikte yürümeye başlamışlar.

Hazreti İbrahim’in misafirhanesindeki adamları o gösterişsiz ihtiyarı izzet ve saygı ile karşılamışlar.

Sofra kurulmuş, herkes oturmuş.Yemeğe başlarken cemaat “Bismillah” dedikleri halde,ihtiyar buna katılmayıp bir şey söylemeyince Hazreti İbrahim:

Ey çok yaşamış adam! İhtiyarlar dini hususlarda titiz ve hararetli olurlar.Sende bu halin zerresini görmüyorum.Neden besmeleye iştirak etmedin?Yemeğe başlarken Allah’ı anmak,O’nun mübarek ve mukaddes adını zikretmek şart değil mi?

İhtiyar şu cevabı vermiş:

Bizim tarikatımızda böyle bir şey yok.Pirimden işitmedim.Ben ateşperestim.Başka türlü hareket edemem.

Bunun üzerine Hzreti İbrahim onun Mecusi olduğunu anlayarak,bizim dinimize yabancı olan münkir ve murdarın temizler yanında yeri yoktur,diyerek yemeğe kendisinin davet ettiği ihtiyar misafiri kovmuş.

Derhal Cebrail,Cenab-ı Hakk tarafından gelerek Hazreti İbrahim’e muhabbetle şöyle hitap etmiş:

Ya İbrahim! Ben o ihtiyarı yüz senedir yaşatıyor ve rızkını veriyorum.Sense ondan nefret ettin ve bir lokma ekmeği esirgedin.O, ateşe tapıyorsa sana ne? Sen ondan kerem elini ne diye çektin?

Hazreti İbrahim bu ilahi itap üzerine,ihtiyar mecusiyi bularak ondan özür diler.İhtiyar, niçin özür dilediğini sorar.İbrahim aleyhisselam da durumu anlatır.Bunun üzerine ihtiyar,” İbrahim’in tanrısı meğer ne kadar yüce ve dini ne güzelmiş” diyerek hak dine girer.

MEYYİT-ZADE (ÖLÜNÜN OĞLU) Kaynak:Faziletler Medeniyeti/Osman Nuri TOPBAŞ

Sultan l. Ahmet Han zamanında yaşamış olan Meyyit-zade,fazilet ve irfanıyla meşhur büyük bir Osmanlı alimidir.Kendisi Meyyit-zade,yani “ölünün oğlu” isminiverilmesi,rivayete nazaran başından geçen şu ilahi tecelli sebebiyle olmuştur:

Meyyit-zade’nin babası yiğit bir askerdi.Birçok cengaver gibi o da,Sultan lll. Mehmet’in 1596 yılında yaptığı Eğri Seferine çağrılmıştı.Fakat o esnada hanımı hamileydi ve doğumuda bir hayli yaklaşmıştı.Bununla beraber,Allah yolunda cihadı her şeyin üstünde tutan cengaver baba,sefer hazırlıklarını tedarik etti ve hanımıyla helalleşti.Ellerini hedefle Cenab-ı Hakk’ın ulvi dergahına niyaz eyledi:

” İlahi! Sen’in yolunda gazaya gidiyorum.Sen2den başka da kimsem yok! İlahi! Şu vefakar ve çilekeş hanımımdan doğacak olan evladımı Sana emanet ediyorum.Lütuf ve kereminle onu muhafaza eyle! ”

Bundan sonra atına atlayan cengaver baba,hızla gözden kayboldu.Allah’ın inayet ve nusretiyle Osmanlı ordusu muzaffer oldu.

Dönüşte kumandanından müsaade alan cengaver baba.doğruca evine gitti. Ancak eve geldiğinde kimsecikleri göremedi.Oysa ordunun muzafferen döndüğü haberiher tarafta duyulmuş bulunduğundan hanımının evde kendisini bekliyor olması lazımdı.Büyük bir merak ve telaş içersinde hemen etraftaki komşulara koştu ve hanımını sordu.Cengaver babayı karşılarında gören komşular,mahzun bir şekilde:

“- Yiğit! Allah gazanızı mübarek etsin ve sizin ömrünüze bereket ihsan eylesin!” dediler.

Bu cümleden kasdedilen manayı anlayan baba,bir anda kalbini saran yakıcı bir elemin verdiği iradesizlikle:

“- Hayır,olamaz!” diye kekeledi ve ardından hafif bir sesle:

“- Olamaz! Ben doğacak yavrumu Kainat’ın Rabbi’ne emanet etmiştim! O,muhafaza edenlerin en hayırlısıdır!..” dedi.

Bir müddet deruni bir sükuta dalan kederli baba,yanındakilere baktı;sonra içine doğan bir ilhamla:

“- Elbette ki merhamet sahibi olan Allah,muhafaza edenlerin en hayırlısıdır! Tez bana refikamın kabrini gösterin! ” dedi.

Birlikte kabristana gittiler.Kabir kendisine gösterildiğinde,heyacanla kulağını mezarın toprağına koydu ve dinlemeye başladı.Bir müddet sonra haykırdı:

“- İşte yavrumun sesini işitiyorum! ”

Hemen kazma ve küreğe sarılarak kabri açmaya koyuldu.Onunla beraber gelenler de,mezardan ince ince yayılan çocuk sesini duydukları için bu mahzun babaya yardım ettiler.Kabir tamamen açıldığında ortaya çıkan manzara,iradeleri sıfırlayacak kadar hayret ve dehşet vericiydi:

Kabirde,ölü anneden doğmuş nur topu gibibir yavru vardı ve annesinin göğsüne yapışmış bir vaziyette duruyordu.Gazi baba,hemen yavrusunu alıp bağrına bastı.Onun pembe yanaklarına buseler kondurdu.Sonra yavruyu sıcak bir kundağa sardı.Açılmış olan kabri de,hanımına “veda Fatihası” okuyarak itina ile kapattı.Herkes. bu mucizevi tecelli karşısında hayret ve hiçlik makamında,büyük bir tazimle Cenab-ı Allah’ı tesbih ve takdis ediyordu.Baba da,nemli gözlerle secdeye kapanmış,hanımının vefatı dolayısıyla mahzun,evladı sebebiyle de mesrur bir gönülle Rabbine hamd ediyordu.

Bu yavru,güzel bir tahsil ve terbiye içerisinde büyüdü ve şöhreti bütün Osmanlı mülkünü saran zahid bir alim oldu.Başından geçen bu mucizevi tecelli dolayısıyla,hep Meyyit-zade diye anılageldi.O,Hak Teala’ya mutlak ve samimi bir teslimiyetin ibretli ve hikmetli bir bereketiydi.